Faruk Nafız Çamlıbel Han Duvarları Şiiri

faruk nafiz çamlıbelYağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı
Bir dakika araba yerinde durakladı
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar
Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya
Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı
Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları
Önde uzun bir kışın söldürdüğü etekler
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler
Ellerim takılırken rüzgarların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık
Bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu
Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu
Serpilmeye başladı bir rüzgar ince ince
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine
Yol, hep yol, daima yol… bitmiyor düzlük yine
Ne civarda bir koy var, ne bir evin hayali
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine
Bir sarsıntı… uyandım uzun suren uykudan
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya
Bir noktada birleşmis vatanın dört bucağı
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Heryüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa
On yıldır ayrıyım Kınadağı’ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben
Altında da bir tarih. Sekiz mart otuz yedi
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi
Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş
Araya gitti diye içlenme baharına
Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk
Soğuk bir mart sabahı…Buz tutuyor her soluk
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar
Biz bu sonsuz yollarda varıyoz, gitgide
İki dağ ortasında boğulan bir geçide
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu
Burada son fırtına son dalı kırıyordu
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı İste Araplıbeli
Tanrı yardımcı olsun gayri yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana
Bizden evvel buraya inen uç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor
Kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri
Çicekliyor duvarı ocağın akisleri
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor
Gönlümü çekse de yarin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgarın önüne katılmışım ben
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu’daydık
Bir han yorgun argın tatlı bir uykudaydık
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım
Başucumda gördüğüm su satırlarla yandım
Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı’mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Şatılmış’ım ben
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında
Korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı
Bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna
Post verenler yabanın hayduduna kurduna
Arabamız tutarken Erciyes’in yolunu
Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu’nu
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende
Dedi
Hana sağ indi ölü çıktı geçende
Yaşaran gözlerimde her sey artık değişti
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti
Gönlümü Maraşlı’nın yaktı kara haberi
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han raslasam irkilirim
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar
Dönmeyen yolculara ağlayan yaşlı yollar
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları.
Faruk Nafız Çamlıbel

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir